Dizi Gezgini

Analizler

Spike Lee’den Çarpıcı Belgesel: Katrina ve New Orleans’ın Bitmeyen Direnci

Spike Lee’nin Netflix belgeseli “Katrina: Come Hell and High Water”, Katrina felaketini ve New Orleans’ın kültürel direncini çarpıcı bir şekilde anlatıyor.

Spike Lee’den Çarpıcı Belgesel: Katrina ve New Orleans’ın Bitmeyen Direnci
Avatar photo
  • YayınlanmaAğustos 27, 2025

Oscar ödüllü yönetmen Spike Lee, Netflix’te yayımlanan üç bölümlük belgeseli “Katrina: Come Hell and High Water” ile Amerika’nın 21. yüzyıldaki en büyük trajedilerinden birine ışık tutuyor. Hurricane Katrina’nın yarattığı yıkımı, sistematik ırkçılığın acı sonuçlarını ve New Orleans’ın yeniden ayağa kalkma mücadelesini merkezine alan yapım, hem çarpıcı hem de umut dolu bir finalle izleyiciye ulaşıyor.

Katrina Felaketi: Bir Kenti ve Toplumu Yıkan Fırtına

29 Ağustos 2005’te Kategori 5 şiddetindeki Katrina Kasırgası, Amerika tarihine damga vurdu. New Orleans, deniz seviyesinin altında kalan yapısı nedeniyle en ağır darbeyi alan kent oldu. Yetersiz tahliye emirleri, ekonomik gücü olmayan binlerce insanın şehirde mahsur kalmasına yol açtı. 1.392 kişi hayatını kaybetti, binlerce kişi kendi ülkesinde mülteci konumuna düştü.

En büyük eleştiri, dönemin yönetimi olan George W. Bush hükümeti ile yerel otoritelere yöneltildi. Hem hazırlıksızlık hem de müdahaledeki geç kalınmışlık, felaketin boyutunu artırdı. Spike Lee’nin belgeseli, bu trajediyi sadece doğal afet boyutuyla değil, aynı zamanda devletin ilgisizliği ve yapısal ırkçılıkla birlikte ele alıyor.

Spike Lee’nin Belgeselinde Farklı Bir Bakış

Aynı dönemde Ryan Coogler’ın hazırladığı “Hurricane Katrina: Race Against Time” belgeseli Disney+’ta yayımlanmıştı. İki yapım arasında bazı tekrarlar olsa da, Come Hell and High Water, özellikle New Orleans’ın ruhunu ve kültürel direncini anlatmasıyla ayrışıyor.

Lee’nin yaklaşımı daha duygusal, daha el elegiac bir ton taşıyor. Belgeselde, yükselen suların yarattığı dehşet, halkın hayatta kalma mücadelesi ve medyanın ırkçı söylemleri çarpıcı şekilde aktarılıyor. “Yağmalama” söyleminin siyahi topluluklara karşı nasıl bir önyargıyla işlendiği, belgeselin en kritik bölümlerinden biri.

New Orleans’ın Kültürel Kimliği ve Sistematik Engeller

Belgeselin en güçlü yanı, New Orleans’ın kültürel mirasının nasıl yok edilmeye çalışıldığını ortaya koyması. Sigorta şirketlerinin sert uygulamaları, bankaların baskıları ve devletin yeniden inşa yardımlarında zengin mahallelere öncelik tanıması, kentin siyahi halkını daha da zor durumda bıraktı.

Eğitim sektöründe siyahi öğretmenlerin işten çıkarılması, sağlık hizmetlerindeki yetersizlikler ve gentrifikasyon süreciyle siyah mahallelerin beyazlara dönüştürülmesi, belgeselde güçlü bir dille işleniyor. Ayrıca artan suç oranlarının özelleştirilmiş hapishane sistemine “altın çağ” yarattığı da vurgulanıyor.

Eksik Yönler ve Eleştiriler

Belgesel her ne kadar güçlü bir anlatı sunsa da, Spike Lee’nin bazı iddiaları hızlı geçişlerle aktarılıyor. Birçok konu izleyiciye kanıtlarla derinlemesine sunulmadan sıralanıyor. Ayrıca röportajlardan alınan kilit cümlelerin ekranda altyazı gibi belirmesi, kimi eleştirmenlere göre “fazla didaktik” ve “hafif alaycı” bulunmuş durumda.

Yine de yönetmenin niyeti çok net: adaletsizlikleri hatırlatmak ve New Orleans halkının direncini onurlandırmak.

Direnç ve Umutla Bitirilen Bir Hikâye

Spike Lee belgeselini karamsarlıkla değil, umutla bitiriyor. Tüm kayıplara, adaletsizliklere ve trajedilere rağmen, New Orleans’ın ruhu ve kültürü yaşamaya devam ediyor. Müzik, sanat ve toplumsal dayanışma, şehrin yeniden ayağa kalkmasını sağlıyor. Lee’nin verdiği mesaj açık: “New Orleans asla yok olmayacak, sadece eskisi gibi olmayacak.”