Sheridan Smith’in En Sert Rolü: I Fought the Law
Sheridan Smith’in başrolünde parladığı I Fought the Law, gerçek bir adalet mücadelesini gözyaşlarıyla anlatıyor ve Smith’in oyunculuğuyla yüceliyor.

ITV1 ekranlarında yayınlanan ve ITVX platformunda izlenebilen I Fought the Law, sadece bir suç dizisi değil; aynı zamanda bir annenin 30 yıl süren adalet savaşının acı dolu anlatısı. Gerçek bir hikâyeden uyarlanan dört bölümlük mini dizi, 1989’da kızı Julie Ming’in katledilmesinin ardından adalet sistemiyle savaşan Ann Ming’in öyküsünü merkezine alıyor.
Dizi, çifte yargılama yasağı gibi tarihi bir hukuk engelini aşmakla kalmıyor; aynı zamanda bir annenin sınırlarını zorlayan azmini, içsel yıkımını ve nihayetinde adaletin dönüşünü anlatıyor.
Sheridan Smith: Olağanüstü Oyunculukla Dönüştüren Güç
Sheridan Smith, Ann Ming rolünde kariyerinin en etkileyici performanslarından birini sergiliyor. Onun oyunculuğu sayesinde sıradan bir senaryo bile derinlik kazanıyor, izleyiciyi sarıp sarmalıyor ve duygusal bir tsunamiye dönüştürüyor. Zaten Smith’in kariyerinde hep olduğu gibi, bu rol de “olağanüstü koşullarda mücadele eden sıradan bir kadını” işliyor — ve bunu kimse onun kadar gerçek, kırılgan ve dirençli şekilde yapamıyor.
Yan oyuncu kadrosu da Smith’i yalnız bırakmıyor. Özellikle Jack James Ryan, Julie’nin katili Billy Dunlop rolünde rahatsız edici bir sıradanlıkla ekranı dolduruyor. Ann’in eşi Charlie Ming karakterini canlandıran Daniel York Loh, adaleti aramaktan çok içe kapanarak acıyı bastırmayı tercih eden bir baba portresi çiziyor. Bu ikilik, hikâyeye güçlü bir denge getiriyor.
Hukuki Zaferden Çok, Kırılmış İnsanların Hikayesi
Dizinin en büyük başarısı, odak noktasını hukuki mücadeleden çok, bu trajedinin insanları nasıl şekillendirdiğine kaydırması. Senaryo, adaletin teknik detaylarını sadece son bölüme saklıyor; onun yerine ilk üç bölümde Ming ailesinin acılarını, parçalanan ilişkilerini ve sabırlarını izliyoruz.
Örneğin, Julie’nin kaybolmasından sonra polislerin ilk günlerdeki ilgisizliği, annenin ısrarıyla eve gelen adli tıp ekibinin hiçbir şey bulamaması ve nihayetinde Annie Ming’in kızının cesedini kendi çabasıyla, banyodaki kötü kokunun izini sürerek bulması, insanı derinden sarsıyor. 80 gün boyunca evde duran bir ceset, sadece bir suç değil; aynı zamanda sistemin suça ortak oluşunun kanıtı gibi iz bırakıyor.
Hukukun Yenilgisi, Annenin Zaferi
Dizinin finaline doğru, izleyici Ann’in çabaları sayesinde çifte yargılama yasağının kaldırıldığını ve katil Billy Dunlop’un tekrar yargılanarak mahkûm edildiğini öğreniyor. Bu, hem sembolik hem somut bir zafer. Artık sadece Julie için değil, tüm adaletsizlik mağdurları için yeni bir kapı açılmış oluyor.
Ama dizi, bu zaferi kutsamıyor. İzleyiciye şu gerçeği hatırlatıyor: Kevin annesini, Ming ailesi kızlarını, dünya Julie’yi geri kazanmadı. Hukuk geriye dönemez, ancak bir daha yaşanmaması için yolu değiştirebilir. Bu yönüyle I Fought the Law, ağlak değil; sert, gerçekçi ve kararlı bir anlatı sunuyor.
Teknik Olarak Geleneksel, Duygusal Olarak Yıkıcı
Yapı olarak klasik dramatik öğeleri eksiksiz barındırıyor: çocuğun sorduğu masum sorular, bürokrasiyle mücadele, sınıfsal ön yargılar… Ancak bunları klişe yerine insani boyutta samimi bir anlatıya dönüştürüyor. Özellikle Ann ve Charlie arasındaki evlilikte yaşanan sessiz çöküş ve yeniden ayağa kalkış, dizinin gizli gücü.